
Size de zamanın avuçlarınızın arasından akıp gittiği ve bunun da giderek hızlandığını hissediyor musunuz? Zamanın üzerinde kontrolümüzün olmadığı hissi oldukça tanıdık gelebilir ancak zamanınızı kontrol etmeniz mümkün olabilir.
Saat 6:00’da uyanıyorsunuz ve refleks olarak telefonunuza uzanıyorsunuz. E-postalar, WhatsApp’lar, Instagramlar ve son dakika haber uyarıları arasında endişe verici bir hatırlatma görüyorsunuz: geçen hafta günlük ortalama 11 saat ekran başında kaldınız. Bildirimi hızlıca kaydırıp Instagram ya da TikTok’u açıyorsunuz ve burada spor kıyafetleri ve parlak, geriye doğru kaygan at kuyruğu olan bir kadın sizi “9-5‘imden önce 5-9’um için benimle hazırlanmaya” çağırıyor.
E-postaları yanıtlamaya başlamadan önce bir egzersiz ya da meditasyon için yataktan kalkmayı düşünüyorsunuz. Ama bir de bakmışsınız ki saat 8:57 olmuş ve eğer uygulamalardan çıkıp bilgisayarınızın başına geçmezseniz geç kalacaksınız.
Tanıdık geldi mi? Birçok insan geçmişe kıyasla daha fazla boş zamana sahip olsa da, paradoksal bir şekilde, daha fazla boş zaman daha fazla zaman baskısını da beraberinde getiriyor. Birçoğumuz için sanki zamanın üzerinde kontrolümüz yokmuş, aksine zaman bizi kontrol ediyormuş gibi hissediyoruz. Bunun nedeni, kolektif zaman deneyimimizin hem toplumdan gelmesi, hem de toplumu yönetmesidir.
Modern zamanların hızı bize zaman kazandırmak yerine, birçoğumuzun zamanımız elimizden kayıp gidiyormuş gibi hissetmesine yol açtı. Ve “geri kazandığımız” her zamanı, zorunluluktan ya da tercihimizden dolayı, belki de bir yan iş aracılığıyla daha fazla para kazanmaya ayırıyoruz. Zaman üzerindeki kontrolümüzü kaybetmek hem fiziksel hem de zihinsel sağlığımız için olumsuz sonuçlar doğurabilir.
Hayatta kalmak ve tüketmek için sürekli bir koşuşturma döngüsüne hapsolmuş durumdayız. Ancak tüketim de zaman alıyor, bu nedenle yeni edindiğimiz kazanımların tadını çıkarmak için mevcut zaman azalıyor. Daha hızlı yeni bir bilgisayar satın alırsınız, ancak daha sonra onu tercihlerinize göre yapılandırmak için çok sayıda, sinir bozucu saat harcamanız gerekir.
Bir verimlilik hack’inde ustalaşarak veya bir kişisel gelişim kitabı okuyarak zaman kazanmaya çalışmak bile (tahmin ettiğiniz gibi) zaman alır.
Zaman kullanımı araştırmacıları olarak, genellikle rahatsız edici bir gerçekle boğuşuruz – zamanınız tamamen size ait değildir – hepimize aittir. Zaman bir ağ malıdır. Bir zaman ağı içinde yaşıyoruz: zaman veriyor, alıyor ve çevremizdeki herkesle paylaşıyoruz. Başka bir deyişle, etrafınızdaki insanların kararları ve eylemleri ne kadar zamanınız olduğunu şekillendirir.
Bu durum bir açmaz yaratıyor. Arkadaşlar, aile, iş arkadaşları ve hatta komşular bizim zamanımıza ihtiyaç duyarlar ve biz de onlarınkine ihtiyaç duyarız. Sosyal ağ üyelerimizle zamanımızı paylaşırız çünkü refahımız için güçlü bağlara ihtiyacımız vardır. Ancak kalıcı ilişkiler kurmak, başkalarıyla paylaşmak için zamanımızı kontrol etmemiz gerektiği anlamına gelir.
Ne yazık ki hepimiz aynı miktarda kontrole sahip değiliz. Sosyoekonomik ve demografik faktörler -cinsiyet, mali koşullar, yaş, ırk ve yaşadığınız yer- zaman hakkında nasıl karar verebileceğinizi etkiler. Bu faktörler başkalarıyla nasıl etkileşim kurabileceğimizi şekillendirir.
Sabahları kendinize fazladan kaç dakika uyuyacağınız gibi sıradan görünen seçimler bile toplumsal beklentiler, güç yapıları ve ekonomik kısıtlamalar tarafından şekillendirilir. Eğer işiniz sabah 8’de başlıyorsa ve işe gidip gelmeniz iki saat sürüyorsa, sabahları uyumak için fazladan zaman ayırmanız pek olası değildir. Eğer bir ebeveynseniz, herkesin okul için kahvaltısını ve öğle yemeğini hazırladığından emin olmak için daha da erken kalkmanız gerekebilir.
İşte bu nedenle, her dakikasını dikkatlice bütçeleyerek zamanınızı nasıl optimize edeceğinizi anlatan yüzlerce kendi kendine yardım makalesi size asla tam kontrol sağlamayı başaramaz.
Bu kısır döngüyü kırmak önce anlamakla, sonra da zamanınızdan talep edilenler karşısında öz-şefkat göstermekle başlar.
Kontrolü ele alın
Zamanınız üzerinde kontrol sahibi olmak “neden” ile başlar. Hepimiz gereksiz ya da tatsız bulduğumuz işlere hayır deme lüksüne sahip değiliz.
Ancak kendimize zamanımızı neden belirli şeylere harcadığımızı sorabiliriz. Büyük ya da küçük bir sonraki kararınızdan önce kendinize şunu sormayı deneyin: Bunu neden yapıyorum?
Eğer cevabınız sosyal baskı, modası geçmiş normlar veya değerli zamanınızı hak etmeyen birine karşı bir yükümlülükten kaynaklanıyorsa, başka bir şey yapmaya nasıl geçebileceğinizi düşünün.
Zamanınızı sizi besleyen, anlarınızı zenginleştiren faaliyetlere ve insanlarla geçirmeye çalışın. Zamanınızın bir kısmını patronunuzun dikte ettiği şekilde geçirmekten tamamen kaçamayabilirsiniz. Ancak kişisel durumunuzu ve zamanınızı şekillendiren daha büyük güç dinamiklerini anlamak, kararlara bilinçli bir niyetle yaklaşmanıza yardımcı olacak ve bu yeri doldurulamaz kaynak üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmanızı sağlayacaktır.
Eylemlerinizin ardındaki nedeni düzenli olarak sorgulamak, karar verme süreçlerinizi yönlendiren sosyal kalıpları ortaya çıkaracaktır. Neden bu şeyi yapmayı kabul ettiniz, ancak daha sonra pişman oldunuz? Neden ofiste duygusal emeğe zaman ayıran hep siz oluyorsunuz?
Sürekli olarak “neden” diye sormak bir farkındalık alışkanlığı yaratır ve size gerçek önceliklerinizi yansıtan daha bilinçli seçimler yapmaya başlamanız için gereken içgörüyü sağlar. Sonuç olarak, zamanınız üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak, bir programa veya üretkenlik hilelerine sıkı sıkıya bağlı kalmakla ilgili değildir. Varlığınızın her dakikasını iradenize tabi kılmak imkansızdır-zaman sizin elinizde değildir.
Ancak kendi arzularınız ve hedeflerinizle uyumlu bilinçli kararlar vererek kontrolünüz altındaki zamandan en iyi şekilde yararlanabilirsiniz. Araştırma katılımcılarımızdan biri gibi, yakında kendinizi aynaya bakarken ve şöyle derken bulabilirsiniz: “Zamanı seviyorum! Zaman benim var olmamı sağlıyor!”
Kaynak: The Conversation