
Genelde kilo alımı genetik faktörler ya da egzersiz eksikliği ve dengesiz beslenmeyle ilişkilendirilir. Fakat yeni yapılan bir bilimsel araştırmaya göre, stres, izolasyon, sosyal eşitsizlikler ve hayatta karşılaşılan zorluklar obeziteyi körüklüyor.
UCLA(Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi) ‘nden bilim insanları, sosyal mücadelelerin bağırsak bakterilerini ve beyin ağını nasıl etkilediğini ve kolayca kilo almaya neden olduğuna dair detaylı bir araştırma yürüttü.
Gelir, eğitim, sağlık hizmetlerine erişim, muhit , ayrımcılık, çocukluk travması, izolasyon ve yalnızlık gibi çevresel ve sosyal faktörlerin enflamasyonu güçlendirdiğini, iştah sinyallerini uyardığını ve beyin kimyasını değiştirdiğini yani, vücudu daha fazla kalori tüketmeye yönlendirdiğini keşfettiler.
UCLA Sağlık Goodman-Luskin Microbiome Center’ın eş direktörü ve baş araştırmacı Dr. Arpana Church, “Araştırmalar, besleyici gıdalara erişim, fiziksel aktivite için güvenli alanlar, eğitim, su tesisatı, marketler ve kaliteli sağlık hizmetleri gibi kaynaklara erişim gibi sağlığın sosyal belirleyicilerinin obezite riskinde güçlü itici güçleri olduğunu ve insanların yaşadığı, çalıştığı ve büyüdüğü koşulları ele almanın gerekliliğini vurguladığını gösteriyor” dedi.
Bu karmaşık ilişkinin merkezinde, sosyal çevremizi biyolojik tepkilerimizle bağlayan yakın bir iletişim ağı olan beyin-bağırsak-mikrobiyom ekseni yer almaktadır. İştahı uyaran hormonlar, inflamatuar belirteçler ve nöroaktif metabolitler gibi sinyal molekülleri aracılığıyla, çevresel stresler sadece ne ve nasıl yediğimizi değil, aynı zamanda metabolizmamızı, isteklerimizi ve fiziksel aktivitemizi de yeniden şekillendirir.
Obezite riskini artıran faktörlerin çoğu iyi bilinmektedir. Sosyoekonomik zorluklar genellikle ucuz, yüksek kalorili işlenmiş gıdalara bağımlılığı zorlar. İşte bu da ödül, motivasyon ve duygusal düzenleme ile bağlantılı beyin devrelerini değiştirebilir. Bu gıdaların ayrıca gri madde hacmini azalttığı ve özdenetimi bozduğu bulunmuştur.
Kötü beslenme ve kronik stres, mikrobiyomda kök salmış bağırsak bakterileri dengesizliklerini ve iltihaplanmayı teşvik eder. Bu değişiklikler motivasyonu ve özdenetimi daha da aşındırarak duygusal yemeyi ve aşırı işlenmiş gıdalara bağımlılığı teşvik eder. Buna ek olarak, araştırmacılar ırkçılık, şiddet veya sosyal izolasyon kaynaklı kronik stresin de beyin yollarını ve mikrobiyomu yeniden şekillendirerek iltihaplanmayı(enflamasyon) teşvik ettiğini ve özdenetimi zayıflattığını, böylece beslenme değişiklikleri olmasa bile obezite riskini artırdığını gösteren kanıtlar buldular.
Obezite Anne Karnında Bile Başlıyor Olabilir
Ayrıca bu sadece yetişkinlikte başlamıyor. Hamilelik ve çocukluk döneminde yaşanan stres ve zorluklar, yaşamın erken dönemlerinde, hatta muhtemelen anne karnında bile bağırsak-beyin iletişim ağını bozarak, ömür boyu sürecek obezite mücadelesinin zeminini hazırlayabilir.
Church, “Bulgularımız, obeziteyle mücadelenin bireysel seçimlere odaklanmaktan daha fazlasını gerektirdiğini ortaya koyuyor. Bağırsak sağlığı, davranış ve uzun vadeli sağlık sonuçlarının şekillenmesinde sosyal ve çevresel güçlerin oynadığı güçlü rolü tanımak gerekiyor. Amerika’da giderek artan obezite salgınıyla mücadele etmek için iki yönlü bir yaklaşım gerekiyor: bireylere yönelik kişiselleştirilmiş, eşitlikçi bakım ve sorunun kök nedenlerini ele alan cesur, sistematik politika reformları.”
Araştırmacılar, toplumsal düzeyde kalıcı bir değişimin kapsamlı politika reformları ile sağlanabileceğini vurgularken, bireyler ve sağlık hizmeti sağlayıcıları tarafından daha kişisel düzeyde bir fark yaratmak için acil adımlar atılabileceğini de belirtiyorlar.
Elbette, bütçeye uygun besleyici gıdalar, egzersiz yapmak için güvenli alanlar, uygun fiyatlı sağlık hizmetleri ve iyi eğitim, ayrıca yeterli su ve erişilebilir marketler – özellikle dezavantajlı mahallelerde – çok önemlidir. Ancak araştırmacılar, bireysel olarak küçük değişikliklerin etkili müdahaleler olabileceğini öne sürüyor. Bunlar arasında mümkün olduğunda uygun fiyatlı besleyici gıdalar tercih etmek, daha güçlü sosyal bağlantılar kurmak ve günlük yazmak veya doğada zaman geçirmek gibi stres giderici alışkanlıklar edinmek yer alıyor.
Church, “Mahallenin dezavantajlı olması, bağırsak mikrobiyomunun çeşitliliğinin azalması ve zararlı bakterilerin daha fazla bulunmasıyla da bağlantılıdır. Bu faktörler metabolizmayı daha da bozar ve obezite ve ilgili hastalıkların riskini artırır, “ diye ekledi.
Ekip ayrıca, klinisyenlerin obezitedeki psikososyal ve biyolojik bağlantıları daha iyi ele alan tedavi planları geliştirmek için hastaları zararlı çevresel faktörler (izolasyon, gıda güvensizliği, stres öyküsü) açısından taramaları gerektiğine inanıyor.
Yani sağlık koşullarımız iyileştikçe ve dengeli beslendikçe obeziteyle mücadele kolaylaşacaktır.
Kaynak: https://www.uclahealth.org/news/release/how-stress-and-social-struggles-fuel-americas-obesity-crisis