
Merkezi Almanya’da bulunan ve bilimsel araştırmalara sağladığı büyük katkılarla tanınan ve ismini ünlü bilim adamı Max Planck’ten alan Max Planck Topluluğu’nun dünyaca ünlü Bilim Tüneli Sergisi, “Türk – Alman Araştırma, Eğitim ve İnovasyon Yılı” (Deutsch – Türkisches Jahr der Forschung Bildung und Innovation) kapsamında İstanbul’da açıldı. Bahçeşehir Üniversitesi’nin Türkiye’ye kazandırdığı ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Davut Kavranoğlu’nun katılımıyla açılan sergi güneş sisteminin en küçük detaylarından nano teknolojilere, beynin sırlarla dolu dünyasından geleceğin ilaç tasarımlarına, insanın yaşama, öğrenme ve sosyal sistemlerinden füzyon teknolojisine kadar pek çok alanda geleceğin dünyası hakkında ipuçları veriyor.
Türkiye’nin ilk kez Almanya’ya bilim ataşesi atayacağını söyleyen Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı Davut Kavranoğlu, “Bilimsel bilgiyi ve bu alandaki deneyimlerimizi paylaşmak ve bunu sanayinin hizmetine sunmak amacıyla başlattığımız Türk-Alman Bilim Yılı etkinlikleri Türkiye ve Almanya ilişkilerine yeni bir zenginlik kattı. Bu işbirliği, Avrupa Birliği ile olan ilişkimize de geliştirecek. Yakın zamanda Almanya’ya atayacağımız bilim ataşesi, bilim ve teknoloji alanındaki ilişkilerimizin gelişmesine katkı sağlayacak. Bilim Tüneli de bilimin güzelliklerini ve ihtişamını laboratuvarların dışına çıkarıp toplumda yaygın olarak gençlere ve bilim insanlarına göstermeyi amaçlıyor” ifadelerini kullandı.
Max Planck Institute tarafından dünyaya sunulan sergi, son araştırma ve buluşları etkileyici bir sunumla yakından görme olanağı da sağlıyor. 18 ülkede 10 milyon ziyaretçinin gezdiği sergi, kişiselleştirilmiş ziyaretçi deneyimleri ve multimedya gösterileriyle zengin bir içerik sunuyor. Sergi ziyaretçilerine bugünün basit araştırmaları ile birlikte yarının gerçeklerini kavrama imkanı da sağlıyor. Çoklu dokunuş (multi-touch) teknolojisi ve temassız ara yüzler gerçek ve sanal dünyayı bir araya getiriyor. Bilim Tüneli’nde sergilenenler, ziyaretçilerin sosyal dünyalarıyla birlikte kişisel sezgilerini açıyor, hem zihin hem de duygular sayesinde keşifler yapmayı sağlıyor. Ana hedef kitlesini her yaştan öğrencinin oluşturduğu sergi, bilim dünyasından uzakta olanlara da hitap edecek şekilde kurgulandı. İşlenen konular aşağıdaki gibi işleniyor :
EVREN
MADDE
YAŞAM
KARMAŞIKLIK
BEYİN
SAĞLIK
ENERJİ
TOPLUM
Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel sergi açılışında yaptığı konuşmada “Dünyanın en önemli bilim sergilerinden birini Türkiye’ye getirmiş olmaktan mutluluk duyuyoruz. Türk – Alman Araştırma, Eğitim ve İnovasyon Yılı’nda hem İstanbul’daki Bahçeşehir Üniversitesi’nde hem de Berlin’de açtığımız BAU- Uluslararası Berlin Üniversitesi’nde benzer etkinliklerimizi ve bilime desteğimizi sürdüreceğiz” dedi.
Sergiye ev sahipliği yapan Torunlar GYO Genel Müdür Yardımcısı İlham Dündar “Türkiye’nin en büyük alışveriş, eğlence ve yaşam merkezi Mall of İstanbul olarak bugüne kadar hep yeniliklere ve ilklere ev sahipliği yaptık. Bugün de 18 ülkede, 30 şehirde, 10 milyon ziyaretçinin gezdiği ‘Bilim Tüneli’ sergisine ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyuyoruz. ‘Bilim Tüneli’ gibi gençlerimizin yeni bilgiler öğrenmelerini sağlayacak sergilere ev sahipliği yapmaya devam edeceğiz” dedi.
Serginin Türkiye’ye kazandırılmasına destek veren Siemens Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Hüseyin Gelis ise “Başta gençlerimiz olmak üzere tüm toplumumuza bilimi sevdirmeli, bilimin faydalarını göstermeli ve daha fazla merak etmeye teşvik etmeliyiz. Türkiye’nin genç nüfusu bu potansiyele sahiptir” dedi. Gelis, Bilim Tüneli Sergisi’nin de bu amaca önemli katkılar sağlayacağına, gençlerimizin bilim algısının geliştirilmesine destek olacağına inandığını ifade ederken “Bilimi ve teknolojiyi esas alan, dünyanın en inovatif şirketleri arasında yer alan Siemens olarak, Bilim Tüneli Projesi’ne destek vermekten büyük mutluluk duyuyoruz” diye konuştu.
Bahçeşehir Üniversitesi’nin Max Planck Institute işbirliğiyle İstanbul’a getirdiği sergi 18 Ekim 2014 – 12 Şubat 2015 tarihleri arasında “Mall Of İstanbul” alışveriş merkezinde ziyaret edilebilir.
Bilet Fiyatları
İndirimli (öğrenci) 10TL, grup indirimi (15 kişilik) 10TL ve tam fiyat 20TL ücret olarak belirlenmiş. Grup halinde gidenler için rehberde gruba eşlik edebileceğinin bilgisini aldım. Tekil ziyaretçiler içinde “A Human Adventure” Uzay Sergisi’nde olduğu gibi iPod ile elekronik rehber olacak (elektronik rehber A human Adventure sergisinde ücreti 5TL’di).
MAX PLANCK KİMDİR ?
Max Karl Ernst Ludwig Planck (23 Nisan 1858, Kiel – 4 Ekim 1947, Göttingen), Alman fizikçi. 1918 Nobel Fizik Ödülü sahibi [1].
Almanya’nın Kiel şehrinde entelektüel bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Kiel Üniversitesi’nde hukukprofesörüydü. Max’ın gerçek adı Alman kökenli bir isim olan Maximilian’dı. [2] Ama, on yaşından itibaren adını “Max” olarak kullandı [3] . Orta öğrenimini Münih’te tamamlayan Planck, bilime gönül vermiş bir öğretmenin etkisinde fiziğe özel bir ilgiyle bağlandı; bir yandan da ailesinin sağladığı olanakla piyano dersleri aldı.
Fizik öğrenimi için üniversiteye başvurduğunda, dönemin büyük fizikçisi, “Bu alanda(fizikte), neredeyse her şey zaten keşfedildi, ve geriye kalanlar sadece doldurulması gereken birkaç delik.” demişti. Ama Max, çocukluk hayalinden kopmamaya kararlıydı. Üstelik, üniversite öğreniminde, Helmholtz ve Kirchhof gibi gerçekten seçkin profesörlerin öğrencisi olmanın kendisi için kaçırılmaz bir fırsat olduğunu biliyordu.
Münih ve Berlin üniversitelerinde öğrenimini sürdüren genç fizikçinin hidrojen çözülümüne ilişkin doktora tezi, tüm meslek yaşamındaki tek deneysel çalışması olarak kalacaktı. Asıl ilgi alanı matematiksel fizik olan Planck, olağanüstü yeteneğiyle kısa sürede meslek çevresinin dikkatini çeker; daha otuz yaşında iken Berlin Üniversitesi fizik kürsüsüne atanır.
Bilimsel çalışmaları
Planck’ın uzmanlık alanı, termodinamik teori diye bilinen ısı bilimiydi. Işık radyasyonu üzerinde çalışırken Planck bir sorunla karşılaşır. Klasik fiziğin, “Enerjinin Eşit-bölünme Teoremi”ne göre kor halindeki bir cisimden salınan radyasyonun, hemen tümüyle, dalga uzunluğu olası en kısa dalgalardan ibaret olması gerekiyordu. Bu, küçük bir ısının bile son derece parlak bir ışık vermesi demekti. Öyle ki, vücut ısımızın bizi bir ampul gibi aydınlatması beklenirdi. Radyasyon enerjisi sürekli bir akış olarak varsayıldığından, spektrumun kısa dalga (yüksek frekans) kesiminin alabildiğine geniş olması, hatta sınırsız uzaması gerekirdi.
Başka bir deyişle dalga uzunluğunun giderek kısalmasıyla enerjinin sonsuza doğru artması söz konusuydu. Fizikçiler bu beklentiyi mor ötesi facia diye niteliyorlardı[4]. Oysa, deney sonuçları spektrumda çok değişik bir enerji dağılımı ortaya koymaktaydı. Bir kez deney, hiçbir maddenin, ne denli akkor haline getirilirse getirilsin, sonsuz enerji salacağını kanıtlamıyordu. Sonra çıkan enerjinin büyük bir bölümünün orta dalga uzunluktaki kesimde olduğu görülüyordu.
Yerleşik kuram ile deney sonuçları arasındaki tutarsızlık gözden kaçmayacak kadar açıktı. Sorun deneysel verilere dayalı hesaplamalarda bir hatadan kaynaklanmıyor idiyse, yerleşik kuramın yetersizliği söz konusu olmalıydı.
Planck’ın yetkin örnek olarak aldığı kara-cisim üzerinde yürüttüğü kuramsal çalışması 1900’de yayımlanır. Çalışmanın dayandığı temel düşünce şuydu: Madde her biri kendine özgü titreşim frekansına sahip ve bu frekansla radyasyon salan vibratörlerden ibarettir. Gerçi bu düşüncenin yürürlükteki kurama ters düşen yanı yoktu: Ne var ki, Planck aynı zamanda vibratörlerin enerjiyi sürekli bir akıntı olarak değil, bir dizi kesik fışkırmalarla saldığı görüşünü de ileri sürmekteydi. Bu demekti ki, belli bir frekanstaki bir osilatörün saldığı veya aldığı enerji ancak tam birimler biçimde olabilir; birim kesirleriyle olamazdı. 1900 yılında Kuantum Mekaniginikeşfetmiştir. Planck’ın çözüm arayışında başvurduğu istatistiksel yöntemin de, inceleme konusu ilişkilerin sayılabilir olmasını gerektirmesi, radyasyon enerjisinin bireysel bölümlerden oluştuğu varsayımını kaçınılmaz kılıyordu.
Önerilen çözüm basitti: Gözlem sonuçlarıyla bağdaşmayan sürekli akış varsayımından vazgeçmek! Ne var ki, şimdi oldukça açık ve mantıksal görünen bu çözümün o dönemde hemen benimsenmesi bir yana, akla yakınlığı bile kolayca düşünülemezdi. Doğanın sürekliliği bir hipotez ya da sıradan bir varsayım olmanın ötesinde doğruluğu sorgulanmaz bir inançtı adeta! Newton mekaniği gibi Maxwell’in elektromanyetik teorisi de doğanın sürekliliğini içeriyordu.
Nitekim elektromanyetik teoriyi deneysel olarak doğrulayan Hertz, ışığın dalga teorisine değinerek bu teoriyle fiziğin değişik kollarının sağlam, tutarlı bir bütünlük kazandığını belirtmekten geri kalmaz.
Yerleşik bir kuramı sorgulamak kolay değildir gerçekten. Hele yeni bir kuram oluşturmak, üstün zeka ve hayal gücünün de ötesinde yüreklilik ister. Doğrusu, Planck’ın, getirdiği çözümle devrimsel bir gelişmeyi başlattığının farkında olduğu; dahası çözümünün, bağlı olduğu klasik fiziği sarsabileceğini öngördüğü söylenemez. Ama onun yadsınamaz yanı, karşılaştığı soruna gösterdiği olağanüstü duyarlılıktı.
Bir özelliği de özentisiz olmasıydı: Çözümüne deneysel verileri matematiksel olarak dile getiren masum bir formül gözüyle bakıyordu. Oysa, “kuvantum” dediği bir enerji paketi ile bir dalga frekansı arasındaki ilişkiyi belirleyen denklemi , bilimde yeni bir devrimin temel taşıydı [Denklemde E enerjiyi,
radyasyon frekansını,
ise Planck sabiti denen sayıyı
() göstermektedir]. Buna göre, bir enerji kuvantumu, dalga frekansıyla Planck değişmezinin çarpımına eşittir (ışık hızı gibi doğanın temel değişmezlerinden sayılan h, herhangi bir radyasyon enerji miktarının dalga frekansına orantısını simgelemektedir).
Planck’ın önerdiği hipotez başlangıçta hiç değilse ışığın dalga teorisine doğrudan bir tehlike oluşturmuyordu, belki. Ama klasik fiziğin önemli bir ilkesi olan doğanın sürekliliği varsayımı sarsılmıştı. “Doğa asla sıçramaz” anlamına gelen eski Latince özdeyiş, Natura non facit saltus geçerliliğini sürdüremezdi artık!
Kaldı ki, çok geçmeden Einstein’in 1905’te ortaya koyduğu “Fotoelektrik etki” diye bilinen teorisiyle ışık da kuvantum teorisinin kapsamına girer. Böylece ısı, ışık, elektromanyetizma vb. radyasyon türlerinin tümünün kuvanta biçiminde verilip alındığı hipotezi doğrulanmış olur. Bu hipotez daha sonra Bohr, Schrödinger,Heisenberg vb. bilim adamlarının önemli katkılarıyla çağımız fiziğine egemen kuvantum mekaniğine dönüşür. Planck, istemeyerek de olsa bu büyük devrimin öncüsüydü. [5]
Kaynak : Wikipedia.org, Bilim Tüneli Basın Kiti